Kalbe Düşen Sızı (Başlayıpta yazmaya devam edemediğim roman'dan)
Yıllar ne çabuk da aklar düşürmüştü saçlarına. Saç sakal
dinlemeden beyazlara bürünmüştü hayatı. Kaç yıl olmuştu ki şunun şurasında
evleneli. Evlilik dediği mutluluk konağında ona çiçekler sunmaktı. Bahçe de
artık çiçekler bakımsız, güller eskisi gibi ihtişamlı değildi. Eve kaç yıl oldu
uğramamış, elinde bir gece lambası sabah ederdi. Tanımayan yoktu mahallede
üstelik. Kimse de bu halini garipsemez çoğu zamanda konuşmak için fırsat
kollardı mahallenin genç ahalisi. Yaşıtları ise selamsız bırakmazdı. Konağın
arkasında cami, caminin batısında mezarlık vardı. Hikâyesini
bilmeyen ilk gördüklerinde deli mi acaba diyerek korkarak geçerlerdi yanından.
O, bir aşkın son haliydi. Konağın gülleri eski ihtişamını kaybetmiş olsa da,
camiye gelenler mezarlıktan gelen gül kokuları ile huzuru bulurlardı. Ak
güller, al güller ve nicesi gözyaşları ile sulanmış, Hiç ayrılmamıştı
güllerden. Evliliğin üçüncü yılında kaybettiği eşine ağladı hep, mezarı
başından ayrılmadı. Konağın günlerinden daha güzellerini mezarlıkta yetiştirdi.
Uzun sürmedi saçlarının beyaz gülün rengini alması. Aşktı. Kalbinde bitmeyen
bir özlem bir hasret. Akşamları küçük gaz lambasını yakar, mezarın başından ayrılmazdı.
Sabahın ilk sesi Davudi ezan okuyan imamın sesiydi. Davete icabeti hiç
kaçırmaz, geliyorum hemen farzet ki ekmek almaya gidiyorum derdi. Caminin
temizliği de ondan sorulurdu. Çay muhabbeti de ondan. Geceler ise aşkından.
Sevgili eşini kaybetmişti. Üstelik iki canlı olduğunu öğreneli daha bir hafta
olmadan. Saçlarına aklar düştüğünün farkında olmamıştı uzunca. Uzun bir süre.
Aradan geçen yıllar sevimli bir gönül insanı haline getiriyor, sohbetler uzayıp
gidiyordu. Konağa uğramamıştı yıllarca. Ömrü yârin yanında son bulacaktı. Kış
ayları da olsa her gece elinde gaz lambası ile yârinin mezarı başındaydı.
Evlendiğinde yirmi beş olan yaşı kırka dayanmış ve hala aşk ilk gün ki gibi
günlerini yetiştiriyordu. Allah'ın huzurunda gülleri için dua ederdi. İki gül
ömründen gitmişti. Güllere küsmeden güller ile bezedi mezarlığı. Hikayesini tüm
mahalle bildiği içinde kimse rahatsız etmezdi. Kimseye zararı dokunmazdı.
Yıllar geçtikçe kalbinde ki gül bahçesi miss kokusuyla insanlara huzur
veriyordu. Konağa talip çıkana kadar. Konağı isteyenlere tek cevabı hep hayır
olmuştu. Mahalle sakinleri de kimsenin rahatsız etmesine izin vermiyordu. Ta ki
mahalleye yeni taşınan Nilüfer öğretmen karşısına çıkana kadar...
Bir inci sesi çalındı kulaklarına .Merhaba Vefik bey
diyordu, denizlerin dalgası serinliğinde bir ses. Kayboldu bir an yıllardır
yaşadığı saçlarına aklar düşüren yılların verdiği yalnızlık.
Ses tekrarladı kendini, "Merhaba Vefik Bey, bir bakar
mısınız?"
Vefik, başını dahi kaldırmadan, "Şu an müsait değilim.
Güllerin sevgi saati." Dedi.
Nilüfer öğretmen sessizce bir köşeye çekilip bekledi. Mezar
taşlarının üzerinde ki ruhuna Fatiha yazıları gördükçe Fatiha okuyup Amin
diyordu. Sanki bu mezarlıkta herkesin ayrı ayrı Fatiha’ya ihtiyacı vardı.
Mezarlıkta huzur veren gül kokusu ise telaşı bir köşeye bırakmasına yetmişti.
Neredeyse Vefik bey için geldiğini unutacaktı. Akşama az vakit var, güneş
batmadan konuşmalıydı. Aradığı büyük ev, Sadece terk edilmiş konaktı. Ve
sahibini mahalleden anlatmış olmasalar susmayacaktı ama susması ve beklemesi
gerektiğini biliyordu. Vefik, Nilüfer öğretmeni unutmuştu. Önce şiir mi dua mı
çözemediği bir mırıldanma duydu Nilüfer. Sonra daha da sessizleşti. Gözlerini
kapadı ve derin bir nefes çekti. Güller daha da bir coştu....ikiside halinden
memnundu. Taki bir patlama sesi duyulana kadar...
İrkilen iki yüreğin sesi tüm sesleri bastıracak kadar ürkekti.
Dünyaya dönmek gibiydi. Camiden taraf da bir kaza olmuştu sanki. Vefik hızlıca
cami tarafına yöneldi ve koşacakken Nilüfer öğretmene gözü takıldı. Tökezledi,
sendeledi ve olduğu yerde kaldı. Nilüfer öğretmen kasabaya geldiğinden bu yana
herkes dikkatlice bakıyordu. Konuştuğu herkes te özlem giderir gibi
konuşuyordu. Mahallenin gülü sanki karşılarında ve ben geldim diyordu. Nilüfer
öğretmen, susuzluktan çatlayacak bir kuş gibi nefes alıyordu. Patlamanın
sesiyle çok korkmuş olmalı ki bembeyaz kesilmişti dudakları. Vefik olduğu yere
yığılıp kalınca Nilüfer ne yapacağını bilemeden etrafına bakındı. Kimse yoktu.
Gün batmak üzere. Telaşlı bir şekilde Vefik bey diye haykırıyordu. Camii
tarafından bir kaç kişinin geldiği görünce yardım istedi. Gelenler de önce Nilüfer’e
baktılar. Sonra vefik'i dört bacak edip taşıdılar. Vefik zayıftı. Ve son
zamanlarda da bu zayıflığı yüzünden mahalle dert yanıyordu.
Nilüfer mezarlıkta kalmıştı. Vefik gitmişti. Yanında ki
valizle birlikte caminin bahçesinde soluk aldı. Gidecek yeri yoktu. Kimseyi
bilmiyordu. Bir otel odasında kalıyordu ama geçirdiği şokla nereye gideceğini
dahi bilemiyordu. Bir süre sonra caminin alt katından konuşmalar duydu. Vefik
korkuttun bizi diyordu irice kıyım olan adam. Galiba caminin imamı olsa
gerekti. Vefikin sesini duyamadı Nilüfer. Gitme vakti geldiğini anlamıştı.
Akşam namazı için cemaat gelmeye başlamıştı. Camiden çıktı ve biraz yürümek
istedi. Gideceği yer uzakmiydi. Bilmiyordu. Yürümek iyi gelecekti. Dar bir
sokakta Arnavut kaldırımı taşlara basa basa ilerledi. Kolundan bir tutanın
olduğunu hissettiği an bitmişti tüm yaşadıkları. Bu neydi şimdi. Bir şok daha.
Akşamın karanlığı dar sokakta daha birde zifiri olmuştu. Korktu ve ayaklarının
bağı çözülür gibi olduğunu anladığında kendini yerde bulmuştu. Yorgundu ve
yaşadıkları küçük kalbine ağır gelmişti. Sesler duyuyordu ama kendine
gelemiyordu. Karanlıkta kayboldu Nilüfer öğretmen... Sesler kayboldu, kalbi son
çırpınışlarını veriyordu. Gün son bulmuştu.... Nilüfer öğretmen gece yarısı
gözlerini açtığında korkudan çığlık dahi atamamıştı.
Her yer karanlıktı. Zifiri karanlık ve çıt ses yoktu. Sesini
yudumluyordu, boğazı düğüm düğüm olmuş ve nefes alamıyordu. Önce ellerini
yokladı sonra yattığı yeri. Oda da kendinden başka kimse yoktu. Doğrulmak
istedi uzandığı yerden. Sessizce ayaklarını karnına doğru çekti. Sessizliği
bozmaktan korkarak doğruldu. Susuzluktan kurumuş olan boğazı, pıtpıt atan
kalbi, nerede olduğunu çözmeye çalışan gözleri karanlıkta bir ışık arıyordu.
Burası neresiydi?
Yorgun bedeni kendine gelir gibi olmuştu. Yatağın üzerinde
duran valizini fark etti. Sıkıca valizine sarıldı. Kımıldamadan sabah olmasını
beklemekten başka çaresi yoktu. Aklından farklı düşünceler geçiyor, korkularıyla
yüzleşmeye çalışıyordu. Gün ağarmaya başladığında başının üstünde duran
pencereyi fark etti. Ezan sesini duyduğunda gözyaşları bur anda süzüldü
yanaklarından. Gün ışıdığında kendini neyin beklediğini çözmeye çalışıyordu.
Yaşadıklarını, mezarlığı, Vefik beyi camiyi ve dar sokağı anımsadı. Küçük bir
kasaba da başına gelenler kalbine ağır gelmişti. Gün ışıdığında oda artık
kendini belli etmişti. Eşyaların üzeri kapalı, Her yer toz içinde. Sokaktan
sesler duymayı o kadar çok arzuladı ki kulaklarını pencereden dışarı abartırcasına
pür dikkat kesildi. Evin kapısının açıldığı duyduğu vakit telaşlandı. Valizini
göğsüne bastırıp beklemekten başka çaresi yoktu. Korkusundan bir şey yapmaya
cesareti de yoktu. Kapının önüne kadar gelen ayak sesleri bir anda kesildi.
Hanım efendi uyandınız mı? diyordu bir erkek. Ses vermedi önce. Veremedi.
Sonra, kimsiniz ne istiyorsunuz benden diyerek ince bir ses bıraktı odanın
boşluğuna. Kapı aralandığında karşısında ki Vefik Beydi. Korkacak bir şey yok
dedi Vefik. Nilüfer öğretmen ayağa kalktı. Bağırmak istedi ama yapamadı. Vefik
te çok konuşkan biri değildi. Sustukça sustular. Vefik eski günleri yad eder
gibi bakıyordu. Bu bakıştan korkuyordu Nilüfer... Burası benim evim dedi Vefik
ve ekledi. Dün gece siz bayılınca buraya getirdim sizi , korkmayın benden zarar
gelmez dedi. Perdeyi araladı. Nilüfer konağın bahçesini görünce rahatladı. Bir
bardak su istedi önce. Sonra tekrar Vefik beye yönelerek. Korkuttunuz beni
dedi.
Vefik sessizce, aşağıda mutfak da bir şeyler var yemek
isterseniz yeni aldım dedi. Sonra çıktı gitti. Nilüfer öğretmen ne yapacağını
bilmeden kalakaldı. Bir süre sonra açlığını hissettiren sesle irkildi ve aşağı
da bulunan mutfağa doğru ilerledi. Büyükçe bir konaktı burası. Konağı adımladıkça
kendini daha da güvende hissetti. Mutfağı bulabilmişti. Çay vazgeçilmezi olunca
bir çay yapmak istedi. Ocağı yakmak istese de tüp bitmişti. Çaysız peynir ekmek
zeytin domates salatalık ne varsa hazırladı. Açtı. Öyle acıkmıştı ki ne varsa
masada bitirdi. Şimdi ne yapmalıydı. Yukarı kata çıktı. Valizini açtı
kıyafetini değiştirdi ve mezarlığa gitmeye karar verdi. Vefik beyi orada
bulacağına emindi. Evden çıkarken gözü büyük bir resime takıldı. Bir kadın ve
erkek, evlilik fotoğrafıydı bu. Resimde ki bayan nede çok benziyordu kendine.
Yanında ki adam kimdi. Vefik bey olamaz dedi. Kapıyı kapadı ve mezarlığın
yolunu tutu.
Mezarlıkta Vefik beyi bulacağına emindi. Güllerin içinden
yürüyerek, Fatihalar okuyarak Vefik Bey'in yanına kadar varmıştı. Nilüfer
öğretmen teşekkür eder bir ses tonuyla Merhaba Vefik Bey teşekkür ederim dedi.
Vefik irkildi, arkasını döndü ve yine mahzunlaştı. Konuşamıyordu Vefik. Bu
kadar benzerlik olmazdı. Nilüfer öğretmen yeniden, kusuruma bakmayın sizi
rahatsız etmek değildi amacım. Konak için gelmiştim. Mahallede ki insanlara
sordum, Sizin sahibi olduğunuz konağı kiralamak istiyorum. Siz zaten
kullanıyormuşsunuz diyerek susması gerektiğini anladı. Vefik ayağa kalktı.
Benim kiralık ya da satılık konağın yok dedi. Nilüfer öğretmen ne diyeceğini
bilemeden, Lütfen kestirip atmayın dedi. Ben buraya öğretmen olarak geldim.
Yakın bir zamanda okul açılacak ve benim bir yere ihtiyacım var. Parası mevzu
bahis değil dedi. Vefik hanımefendi benim kiralık ya da satılık konağım yok
diye tekrarladı ve camiye doğru yürümeye başladı. Nilüfer öğretmen evde
valizini unuttuğunu hatırlayınca, valizimi konakta unuttum, almam gerek dedi.
Vefik, durdu ve geri dönerek anahtarı uzattı. Buyurun gidin alın ve beni
rahatsız etmeyin dedi. Kızgınlıkla ne kadar anlayışsız adam çıktınız dedi.
Nilüfer öğretmen yola koyuldu. Anahtarı karşı manava bırakın tekrar buraya da
gelmeyin anahtar için diye seslendi Vefik Nilüfer öğretmenin arkasından.
Nilüfer sessizce yürüdü arkasına bakmadan. Konağa geldiğinde bahçenin ne kadar
da güzel olduğunu fark etti. Yaşlı bunak inat diye mırıldandı. Bahçe de kamelya
da biraz oturmak geldi içinden. Kamelya toz toprak içindeydi. Kendine oturacak
bir yer ayarladı ve bahçenin güzelliğine kendini bıraktı. Avlu kapısını açık
bırakmıştı hemen çıkarım diyerek. İçeriye bir bayanın girdiğini ve kendine
doğru yürüdüğünü gördü. Ayağa kalktı, buyurun dedi. Dün konağı sorduğu kadındı
bu. Kadın meraklı mı meraklı biriydi. Sordu sual etti ve konağı tuttunuz
sanırım dedi. Nilüfer boş bulunarak yaşlı bunak Nuh diyor peygamber demiyor
vermedi dedi. Kadın irdeledi "eeee anahtarı nasıl aldın peki" deyince
akşam olup biteni anlatmakta tereddüt yaşadı ve anlatmamaya karar vererek.
Anahtarı kendisinden aldım, bakmak istediğimi dile getirdim anahtarı manava
bırakacağım dedi. Kadın hiç inanmamıştı buna. Sen bu evin gelinine çok
benziyorsun öğretmen hanım dediğinde Nilüfer, hemen konuya girmek ister gibi
çok mu benziyoruz, Şimdi nerede tanışmak isterim dedi. Kadın iç çekerek, vefat
edeli uzun yıllar oldu. Vefik beyde mezarı başından hiç ayrılmadı dedi. Nilüfer
öğretmen şaşırıp kalmıştı. Bu nasıl bir hayattı. Kim beklerdi ki yıllarca bir
mezarın başını. Neyse ben gideyim öğretmen hanım, evi kimselere vermez Vefik
bey dedi. Nilüfer öğretmen ben alırım diyerek kadını uğurladı. Valizini almadan
camiye gitti. İmam ile konuşacaktı...
Nilüfer öğretmen, inatçı ve başarılı bir öğretmendi. Yoksul
bir ailenin kızı olmasına rağmen verdiği özel dersler sayesinde hatırı sayılır
kazanç elde ediyordu. Konağı tutmak istemesi de bu yüzdendi. Yine özel dersler
verecek yine öğrencileriylebaş başa olacaktı. Yoksa bir öğretmen maaşı ile hem
annesine hem de okuyan kardeşlerine nasıl bakacaktı. Babası , vefat etmişti
Nilüfer son sınıf öğrencisi iken. Ve kalan para ile de annesi nilüferin okulunu
bitirmesini sağlamıştı. Bunların bilincinde olan Nilüfer öğretmen ne olursa
olsun konağı kiralayacaktı. Anadolu kızıyım ben, Bu konağı alacağım başka
çıkarı yok diyerek kendine telkinde bulunuyordu. Anadolu'nun ücra kasabalarından
birinde doğmuştu. Ailesi hayvan yetiştiriciliği yapıyordu. Peynir, süt, yoğurt
parası ile okumuştu. Hiç unutmadı nereden geldiğini. Ve gittiği ilkokul da en
sevilen öğretmen olmuştu. Üniversite yılları da zorlu geçmişti. Başörtüsü hep
dert olmuştu. Arkadaş çevresi, zeki ve çalışkan olmasa hiç arkadaşlık kurmayacaklardı.
Okulu birincilikle bitirdiğinde, onur belgesini dahi gizlice vermişlerdi.
Nilüfer zorlu yolların kızıydı. Vefik'e mi yenilecekti.
Cami imanını bekledi avluda, öğle namazı kılınıyordu
içeride. Alt katta olan Kur'an kursunda namazını kılmak istedi. Dua etti ve
camii hocasıyla avluda karşılaştılar. Nilüfer öğretmenin istediği imkânsızdıimama
göre ama yine de Nilüfer öğretmen yardım etmesi gerektiği kanaatine varmıştı. İmamın
ismi Hüseyin idi. Hüseyin hoca konuşacağını ama olmayacağını dile getirdi.
Olmalıydı Nilüfer öğretmene göre. Vefik bey cami avlusunda öğretmeni görünce
anahtar için zahmet etmeyin demiştim dedi. Bana konağı kiralayın diyerek
çıkıştı Nilüfer öğretmen bir anda. Vefik neye uğradığını şaşırdı. Hüseyin hoca
da hemen araya girerek öğretmen hanım öyle olmaz dedi. Uzun bir sohbetin
ardından Nilüfer öğretmen sanki amacına ulaşmış gibi hissetti...
Fotoğrafta ki kadın aklına geldi, nede çok benziyordu
kendine. Vefik Bey'e sessizce evde bir resim gördüm damat siz miydiniz diye
sorduğunda Vefik ne diyeceğine karar veremeden köşeye sıkışmış Aslan gibi
kükredi. Sizi ilgilendirmez... Resimde ki bayanı kendime çok benzettim kimdi o
diyerek üsteledi. Vefik sinir olmuştu durumdan, konağı vermiyorum ve bir daha
da gelmeyin dedi. Anahtarı almak istediğinde Nilüfer öğretmen anahtarı veremem
dedi. Vefik daha da sert bir tonla ne demek veremem deyince, nilüfer öğretmen
dün akşam beni korkutmuş olmasaydınız bu gün burada olmazdım. Valizim hala evde
dedi. Vefik ne diyeceğine karar veremeden, Yarın getir anahtarı diyerek ayrıldı.
Vakit akşamüzeri olunca, hırs küpü Nilüfer yolda söylene söylene konağın yolunu
tuttu. Konağa vardığında açtı ve çay krizi tutmuş başına ağrılar girmişti.
Bahçe de ateş yaktı, çayı demledi, manavdan bir şeyler aldı. Akşam yemeğini
yerken meraklı Melahat kapıyı çaldı. Nilüfer kapıyı açtı ve buyur defi. Kadın
yine sorarak konağı tuttunuz mu deyince. Nilüfer me diyeceğini bilemeden zor
oldu ama tuttuk dedi. Biraz sohbetten sonra, Melahat gitti. Mutfak elden geçmeliydi
ve mutfağı temizledi. Geç olmuştu, uyumak istedi. Kapıyı arkasından kilitledi
ve anahtarı da üstünde bıraktı. Sabah olunca kapı sesiyle uyandı. Vefik küplere
binmişti. Konağı kiraladığınızı herkese söylemişsiniz diyerek içeri daldı.
Nilüfer öğretmen, Ne deseydim ya, evin anahtarı sende ne geziyor diyenlere dün
gece böyle böyle oldu diye millete anlatsamiydim dedi. Sustular.
Vefik, Tamam konağı sana veriyorum. Şartım hiç bir eşyaya
dokunmayacaksın. Sadece mutfak, banyo, lavabo ve salonu kullanacaksın. Ve bir
ay içinde kendine yeni bir yer bulacaksın dedi... ve Nilüfer i konuşturmadan
çekip gitti.
Yorumlar
Yorum Gönder